ANTİK ROMA, İLKELLİK, ADALETSİZLİK FİKRİ, EMPATİ, NEVROZ VE AHKÂMIM
- Berkay
- 8 Mar 2024
- 2 dakikada okunur
Adaletsizlik düşüncesi, öfke ve bir sorunun tespiti insana kötücül fayda sağlar. İnsanın kendine hak görebilme kapasitesini arttırır ve böylelikle bencillik ve kötülük, vicdan prangasından kurtulur. Empati kurmanın yarattığı adaletsizlik fikri, adaletsizlik fikrini destekleyen argümanlar ile desteklendikten bir süre sonra çaresizlik hissi yaratır. Çaresizlik ise kayıtsızlık oluşturur. Kayıtsızlık konfordur.
Empati, zıttı olan kayıtsızlığı doğurabilme potansiyeline de sahiptir. Öfkesi ne kadar haklı ve ne kadar doğru yere yöneltilmiş olursa olsun ona sığınan ve onu savunan bir insan, vicdan prangasından kurtulmuş olmanın konforuna sığınmıştır. O konforun ne için arzulandığı önemsizdir. Hırsızlık için de istenilebilir, insan öldürmenin verdiği keyif için de istenilebilir, başarıya(övgüye) giden yolda motivasyon sağlamak için de istenilebilir, küfür ederken yanlış bir şey yaptığının farkında olma rahatsızlığından kurtulmak için de istenilebilir. İnsan, adaletsizlik düşüncesini abarttığında, neyin adaletsiz olduğu önemsizleşir ve yeni adaletsizlikler yaratır.

Dünya Antik Roma’nın kendisidir. Böyle düşünmem, çalışanları köle olarak nitelendirmekten kaynaklanan basit bir benzetmeden doğmuyor. Her oluşum, Roma Senatosu’na dönüşüyor. Jüpiter’in soyundan gelen insan, yerini başka kutsal sanılan soylara bırakıyor. Başarı, hak etmediği övgüleri alıyor. Böylelikle insan, hayattaki tatları görmeyerek/erteleyerek başarı peşinde kendini zorbalıyor. Övgü arzusu, insanları ele geçiriyor. Düzen adı altında kurulan yığında yükselmek, çalışan(köle) sahibi olmak amaçlanıyor. Çoğu insan, Roma’da doğan modern insan tanımına uymak istiyor. Göz zevki kandırmacasıyla sade ve basit işler zorlaştırılıyor. Yemek masaları, süs masalarına dönüşüyor. Köleler, köle olmanın verdiği haklı öfkeyle vicdanlarından kurtulup Romalılar gibi adaletsizlikler doğuruyor.
İlkelleşip sadeleşeceğimize modernleşip karmaşıklaşıyor, karmaşık hale geldikçe öfkeleniyor ve bu öfkeden güç alarak nevrozlarımızı beslemek için çalışıp duruyoruz. Öfkelenmeyenlerimiz yıpranıyor, hüznün etkisiyle işlevsizleşiyor. İdeal hayat tanımlamalarıyla hayattan uzaklaşıyoruz. Bizi var edeceğini düşündüğümüz yanlış arzuların peşinden sürükleniyoruz. Önceki yazılarımdan birinde bahsettiğim ‘’conatus’’ yani var kalma ısrarı bize yanlış arzuların peşinde yanlış işler yaptırıyor, onlara bağımlı hale geliyoruz. Başka insanlara ve doğaya, yanlış arzular için uydurulan kılıfların bahanesiyle zarar veriyoruz. Var olmanın sadece nefes alıp verebilmek olduğunu unutuyor, var olmayı yanlış anlayarak kendimize iş çıkarıyoruz.
Freud, uygarlığın bedelinin nevrozlar olduğunu söyler. Var olmayı modernlik safsatasının gölgesinde tanımladığımız sürece diğer insanların önemi ve nevrozlar gittikçe artacak. Bunlar arttıkça kalbimizden uzaklaşıp travmaların ve yargıların kilitlediği zihnin insafıyla baş başa kalacağız. Zihnin aşk sanrıları ile sahte şeyler yaşayacaz, sahte aşkların yasını tutacak, yasını tuttuğumuz şeyin bizden biraz daha uzaklaşmış olan kalbimiz olduğunun farkına bile varamayacağız. Zihnimizin hapsettiği kalbimizi özgür bırakmadığımız için gerçek aşklar hissedilmemiş, hissedilse de yaşanmamış olarak kalacak. Gelecekte, aşkın etkisiyle yazdığımızı sandığımız şiirlerin kaynağının kalp olmadığı anlaşılacak. Dostluklar bile zihnin idealize ettiği insanlar ile kurulacak.
Buluşlar arttıkça doğadan uzaklaşılmış, konfor ve güvenlik artmıştır. Buluşlardan sonra insanlar konfor için bir arada yaşamaya başlamıştır. Güvenlik ve konforun bedeli, doğadan uzaklaşmak olmuş, başka insanların varlığı da zihinde yalnızlık kavramını ortaya çıkarmıştır. Zihin her zaman yaptığı gibi var olmak için sürece ayak uydurmuş, bizim de ayak uydurmamız için kendimizi zorbalayan düşünceler üretmiştir. Kalp evrimleşmemiştir, kalp ilkeldir, kalp neşenin kaynağıdır. Sürece ayak duran sadece zihindir. Hayat sadece hayattır. Var olmak sadece nefes almaktır. Başka insanların düşünceleri başka insanlara aittir. Başarmak diye bir şey yoktur. Başarı ve diğer insanlar düşüncesinden kurtulup fark ederek aldığımız her nefes, içtiğimiz su ve yediğimiz yemek yaşamın tadını zaten hissetirir. Bunu hissedince hayatta fiziksel olarak var olduğumuzu sadece betonun arasında açmış küçük çiçek resimleri görünce hatırlamayız. Oturulan masaya göre yemekten alınan keyfi değiştiren zihin susturulmalı, yemeğin tadı çıkarılmalıdır. İnsan zihni hastalanmıştır, kalbi dinlemek gerekir. İlkelleştikçe iyileşeceğiz, hayat övülmelidir.
Comentários